top of page

“Parmağında annemin yüzüğü, gömleğinin cebinde nar”

Nevin KOÇOĞLU

IMG_0907.jpeg

 

 

Sevgili kız kardeşim Fatima*

 

Son görüşmemizden bu yana gözlerini merak ediyorum en çok, o iri siyah gözlerini. Artık yaşlanmış bir savaşın içindeki yaşam acısının, göz bebeğinin ışıltısına galip geldiğini tahmin edebiliyorum aslında. Tüm mevsimlerin uzaktan geçtiği zamanlardasınız çünkü, ağaçların bile özsuyuna kavuşamadığı ama acının acıya kavuştuğu zamanlar…

 

Zaman sarhoş bir nehir gibi farklı yerlerde, farklı şekillerde akıyor Fatima. İstanbul’u anımsıyorum, yıllar önceyi. Barışa, özgürlüğe, kardeşçe yaşamaya dair şiirler okuduğumuz o günleri. Siyah gözlerinin ardına sinlenmiş gölgeyi, ne kadar gizlense de kendini saklayamayan o hüznü fark edip sormuştum. Söyledin; savaş, senin de erkek kardeşini çekip almıştı evinizden. Yüzü göğe bakan, eskiden sabah-akşam annenin çiçeklerle konuştuğu, belki de en güzel köşesinde dikili bir “limon ağacı” olan, şimdi topraklarının acıyla birlikte göğe savrulduğu bahçenizde yoktu artık Mahmud…

 

Mektubumu yazmaya başlamadan önce, son yolladığın mektubu okudum bir kez daha. Mektup, erkek kardeşinin ölümünün elli birinci yıl dönümünün ertesinde yazılmıştı. “Elli bir yıl oldu yara hâlâ kanıyor.” diyor ve devam ediyordun; “Bugün onun kanının yeniden aktığını ve onun yüreğiyle dans eden bir kuşu gördüm. Tam süslenmiş vücudu, ışıltılı vücudu, haki takımı, parmağında annemin yüzüğü, gömleğinin cebinde nar... Ölümün tarzla nasıl buluştuğunu hiç gördünüz mü ?”​

 

Annenden de bahsetmiştin. Evlâdını kaybetmek, bir anneye bu dünyanın verdiği en büyük acıdır. -Bilirim ki Filistin’de ve daha birçok başka yerde ölümün yaşı yoktur. Çocuklar yetişkin olarak doğarlar ve yaşarlar bu yerlerde. Kundakta, yeni yürümeye başladıklarında ya da sonrasında kopartılırlar yaşamdan canice- Devam etmişsin sonra: Annem derdi ki: "Mahmud Aişe'nin oğlu değil." Evet, “Mahmud Aişe’nin oğlu değil.” Çünkü o Filistin’in oğlu artık. Tam da burada bir bıçak saplandı kalbime, “Cumartesi anneleri” geldi hatırıma. Otuz beş yıldır her cumartesi, ellerinde erk tarafından kaybedilmiş çocuklarının fotoğraflarıyla, sadece onların kemiklerini isteyen anneler. Çok şey değil, bir mezarları olsun istiyorlarsadece. İşte o çocuklar da hepimizin çocukları ve kardeşleri, yalnızca annelerinin oğlu ya da kızı değil Fatima.

 

“Şehitlerimiz için bize güzel bir resim bırakın resimlerini görünce gülümseyelim. Onları fotoğraflarla öldürmeyin. Onları hafızamızda canlı tutun. Onların güzelliklerini bize bırakın!” diyorsun ya Fatima’m, Uzakdoğu inancına göre, “Hasretle görmek istediğimiz birini unutmadığımız sürece, o kişi yağmur hatta rüzgâr olarak bize geri gelirmiş.” O yüzden saçlarına dokunan rüzgâra inan, eğer kaldıysa pencereni tıklatan yağmura da. Rüzgârdan bahsedince Filistin için yazdığım birkaç dize geldi aklıma, iyi dileklerim olarak kabul et kız kardeşim… 

 

Dokun ey Elbruz rüzgârı saçımın her teline

kırıl ey kötülüğün simsiyah kanatları

kapan artık gözyaşının perdesi

 

Biz ilk günahınız değiliz!

 

İşte yine İstanbul’a döndü kalbim. Ayrılırken verdiğin hediyeyi anımsadım. Eve döndüğümde ilk işim hemen duvara asmak olmuştu onu. Siyah kumaş üzerine kanaviçe olarak işlenmiş, Filistin’e ait sembollerle süslenmiş bir duvar süsüydü bu. Üzerindeki işlemeler, Filistin bayrağının renklerini oluşturuyordu ve bir de yazı vardı üzerinde, “Tanrı evimizi korusun!”

Yıkılmış evlere bakıyorum, patlayan bombalara, şehrin üzerinde yükselen ateş toplarına… Sonra o küçük kız, hani çocuk olmasına izin verilmeyen… Omzuna aldığı yaralı kardeşiyleyalınayak yürüyerek onu hastaneye götürmeye çalışan o küçük kız, rüyama giriyor geceleri…Birileri göğü yere indirsin diyorum, kopsun kıyamet! Duvardaki yazı ironik bir biçimde bakıyor yüzüme! O, neden korumuyor Fatima? Haksız bir savaşın içinde, geçmişte insanlıkla bağdaşmayan bir zulme uğramış olmasına rağmen, zulümkârlaşmış bir toplumun katline maruz kalmak… İşte bu çok acı!

 

“Gülün ölüm yüzyılında doğdum / makine, melekleri çoktan kovalamıştı.”** demiş ya şair,bugünlere ne kadar da uygun diye düşündüm, zalimliğin sınırlarının kalktığını hepimiz görebiliyoruz sanırım. Sen de benzer şeyler söylüyorsun “Ahmet” şiirinde, bir bölümünü birlikte yeniden okuyalım istedim...

 

“Ey evin balkonunda dikilen baykuş

Ey boğazlanmış güvercinin dansı

Ey sözün fısıltısı ve sessizliğin devrimi

Sınır tanımadan

Ey akan gözyaşları”***

 

Her gün dünyaya haykırıyorsun Fatima ve biz tekrar tekrar giriyoruz yerin dibine, girmesi gereken zalimlerin yerine. Daha çok utanıyoruz elimizden bir şeyin gelmezliğine, büyük çoğunluğun sessizliğine…

“Gazze aynasında yüzünü nasıl görüyorsun ey zalim dünya?”

“Ey yıkılmış dünya

Aynaya bak ve yüzüne tükür!”

 

Dünya artık hiçbir şeyden utanmıyor kız kardeşim. Ne insandan, ne hayvandan, ne de doğadan… Hani demiştin ya: “Direnme eyleminin ne seçeneği ne de lüksü vardır, asil bir varlığın doğasıdır. Bunu uzaktan bakanlarda ve yaptığımız başka hiçbir işte görmüyorum. Ayakta duran ve eğilmeyenlerin sırtını korumak ve başımızı dimdik kaldırmaktan başka…”Evet, ne seçeneğimiz var ki direnmekten başka? Neyimiz var ki ceplerimizdeki taşlardan başka?

 

Sevgiyle sarılıyorum Fatima…

 

 

Filistinli şair Fatma Nazzal*

Jorge Carrera Andrade**

İçimdeki Yüksekliğine Çıkıyorum/ Fatma Nazzal***

 

 

 

Mür Kokusu

 

Hiçbir taşa yazmayacağım adınızı!

 

Istırabın olgunlaştığı bu keder bahçesinde

ceplerime dolduracağım ellerimin uzandığı taşları

soluklanırken taze mezarların çoğaldığı tepede

erken ölümlerin ağıdı dökülecek dudaklarımdan

 

Özgür kuşların geniş kanatlarına İman

bir salıncak kuracağım senin için buluttan

uzamaya zaman bulamamış saçlarına dokunup

incitmeden öpecek kirpiklerini Han Yunus rüzgârları

 

Senin hüzün tepesinde kardeşlerin var Rağad

gözlerinde mühür, tenlerinde zamanın soğuk elbisesi

Garkad ağacı çiçekleri kadar kalabalık

dökülmüş yaprakları kadar topraklar şimdi

 

Kan kırmızı Amaranth koydum adınızı çocuklar

yaralı göğsüme tek tek elimle ektim sizi

ay ve güneş arasında dönüp duran vakitte

gözyaşıyla suladım ölümsüz çiçeklerinizi 

 

Ey solgun yüzümü yıkayan tuzlu nehir

ey açmadan solan beyaz nilüferler

ey başımın üzerinde kanatlanan kanlı güvercin

ölüm mür kokusu gibi şimdi önümde asılıdır

ve Kudüs Filistin’in alın yazısıdır

 

Kudüs Filistin’in alın yazısıdır!

 

 

 

 

-İman,Ruveyde, Naim, Rağad, Hadil, Şehid, Ali ve tüm Filistinli çocuklara adanmıştır-

White Structure
bottom of page