top of page

UTANMAK DİYE BİR ŞEY VARDI
                Bünyamin DURALİ

IMG_0898.jpeg

 

1. Kişi, şiir olduğunu zannettiği çırpıştırmasını Facebook sayfasında yayımladıktan sonra, altına da kendi beğeni simgesini koyar mı? Koyabiliyor işte.

2. Kişi, şiir olduğunu zannettiği karalamasını Facebook sayfasında yayımladıktan sonra, altına da "şimdi muhteşem bir şiir okuyacaksınız" diyebilir mi? Diyebiliyor işte.

3. Kişi, şiir olduğunu zannettiği yazıntısı bilmem hangi edebiyat dergisinde yayımlandıktan sonra, Facebook'taki sayfasına "falanca başlıklı şiirim bu ay feşmekân dergide, herkese iyi okumalar" diye yazarak "pazarlamacı gurusu" gibi davranır mı? Davranabiliyor işte.

 

Dijital ortamlar, aralarında yaşını-başını almış, bilmem şu kadar kitaplıların da bulunduğu, böylesi “tırıl şairler”lerle fıkır fıkır kaynıyor. (Hoş, basılı dergilerde görüntü bundan daha az kirli değil ya). Ve bunların döktürdüklerini yüzlerce kişi beğeniyor, hattâ muhteşem buluyor. Çiziktirmesi/ karalaması/ yazıntısı beğenilen hattâ muhteşem bulunan kişi de, o beğenenlerin/ muhteşem bulanların çiziktirmeklerini/ karalamalarını/ yazıntılarını beğeniyor hattâ muhteşem buluyor. Karşılıklı bir yıkama-yağlama yarışıdır ki, sormayın gitsin! Bir Allah’ın kulu da kalkıp bunlara “Ne yapıyorsunuz siz; şiirin de/ şairin de bir haysiyeti, bir mahremiyeti var. Şiir uluorta ifşâ edilmez.” demeye cesâret edemiyor. Yâhû, el insaf! Yayımlanan her şiirin harala-gürele alkışlandığı vasatlarda, içtenliğin “i”sinden, nesnelliğin “n”sinden bahsedilebilir mi? İçtenliğin/ nesnelliğin uğramadığı yerlerde ise, argo deyişle: şiirin feriştahını yazsanız n’olacak?

 

Aslında bu “sınırlarını bilmezlik”leriyle, esasta Nâzım Hikmet'e, Ahmed Arif'e, Gülten Akın'a, Cevat Çapan'a, Sezai Karakoç'a, Cahit Zarioğlu’na, Erdem Bayazıt'a, Turgut Uyar'a, Cemal Süreya'ya, Özkan Mert'e, A. Hicri İzgören'e, Veysel Çolak'a, Ahmet Erhan'a, Birhan Keskin'e, Didem Madak’a, Gonca Özmen'e; Mahmud Derviş'e, Pablo Neruda'ya, Octavio Paz'a, Rafael Alberti'ye, Yannis Ritsos'a ve yaşamlarını hakikatli şiirlerlerle taçlandıran daha onlarca "zirve şair"e saygısızlık/ sevgisizlik ediyorlar. Bunları bilerek ediyorlarsa kötücül; bilmeyerek ediyorlarsa karacâhildirler.

 

Bir zamanlar yirmidört ayar eleştirmenler vardı, duygulanarak anıyorum onları. Adlarını başka yazılarımda çok andım, tekrarlamayayım. Güzele güzel, çirkine çirkin demekten asla kaçınmazlardı. Gerçeği çatır çatır söylerler, yazarlardı. Şiirin hatırını/ saygınlığını bütün feodal/ eş-dost ilişkilerinin üstünde tutarlardı. Kimse de onların bu tutumlarını kargışlamazdı. Şimdilerdeyse, en berbat bir çizintiyi hem de hiç hak etmedikleri ölçüde edebî ve berâberinde etik değerlere bağlı kalarak eleştirdiğinizde dahi, çizintiyi kotaran kişi on parmağının tırnaklarını etinize geçirmek için atağa kalkıveriyor. Ciddiye almışsınız, emek vermiş yorumlamışsınız, çok şey öğrendim, teşekkür ederim diyeceğine.

 

Velhâsıl… “utanmak” diye bir sözcük vardı, çok eskilerden.

 

(Ek: Kimi insanlar , şiir/ şair üstüne  yazdığım bu eleştirel yazıların bana bol bol düşman kazandırmaktan öte bir işe yaramadığını, böyle devam edersem uçsuz-bucaksız evrende Allah kadar yalnız kalacağımı söylüyor. Hiçbir dergici şiirlerimden tek dize, eleştiri-deneme yazılarımdan tek tümce yayımlamazmış. Bütün bunlar tırnak kesiği kadar umrumda değil. Hiçbir edebiyat/ şiir cemaatinin cemiyetinin mensubu olmadım ve olmayacağım. Düzeysiz kalabalıkların sahte beğenileriyle doyurulmamış komplekslerimi telâfi etmeye çırpınacağıma, verimli bir yalnızlığın koyaklarında ömrümün sonuna değin kalmaya yeminliyim ve râzıyım. Hem, yalnızlığın iki çeşidini de, dayatılmışını da/ seçilmişini de, kanımda canımda yaşadım ben. Öylesine derin yaşadım ki bunları, “dayatılmış yalnızlık” ve “seçilmiş yalnızlık” başlıklı iki şiirim bile var. Güldürmeyin beni: Ölüm duygusunu/ düşüncesini aklının bir köşesinden hiç eksik etmeyen biri, yalnızlıktan korkar mı ki?..)

MECBURİYETTEN BİR YAZI

 

Sözü kendimden, kendi şiirlerimden/ yazılarımdan açmayı hiçbir vakit sevmedim, sevmem. Kibirlilik sayarım böyle şeyleri, ahlâkçı değilim ama ahlâkî bulmam. Hele sanatın herhangi bir dalını uğraş edinmişlerin kendini adeta paralarcasına, önüne gelen her dergide, her mecrâda ilkesizce göründükleri yetmezmiş gibi; üstüne bir de, her ayın başında hiç sektirmeden “bu ay şu şiirimle, şu yazımla şu dergideyim” diyerek, kendilerini afişe etmelerini, çokçası kakofoniye dönüşen imza günlerinde birkaç kitap daha satmak için ter ter tepinmelerini, uzatılan her mikrofona inciler döktürmelerini gördükçe, onlar adına benim yüzüm kızarır. Her yerde olan hiçbir yerde değildir, bunu neden bilmezler. Sanata/ edebiyata saygıdan geçtim, kendine saygı duyan birinin bu türden gıllıgışlı işlere bulaşmalarını, batmalarını hep esefle karşıladım, ayıpladım. Sanatçının/ edebiyatçının yaşamı da, yazgısı da yapıtlarındadır çünkü, buna inandım. O yaptıklarını ettiklerini, bir vitrin mâlzemesine, bir meta (mal) derekesine üstelik kendi istenciyle düşürüyorsa; orada sanatın da, sanatçının da yaratıcılığından, itirazcı dilinden, özgürlükçü doğasından, ilerletici/ devrimci karakterinden söz edilemez artık. Güce/ güçlüye, nemelâzımcılığa, ortalamaya oynayan, içtenliksiz kalabalığın yapay alkışlarına vs. teslim olmuş bir aymazlık, kokuşmuşluktur orada olan. Eleştirinin, özeleştirinin dinamiklerini; sanatsal olan'ın diyalektik akışkanlığını bir tarafa savurmuşluğun nesneleşmesi, cisimleşmesidir. Oralarda olsa olsa beyaz bayraklar dalgalanır. 

 

Bütün bu nedenlerle, başkalarının yazdıklarına eğilmeýi hiçbir zaman savsamadim. Savsamadığım gibi önemsedim de. Onların verimli/ verimsiz ürünlerine yöneldim yıllarca. Oturup her zaman şiirimi, yazımı yazacağıma; başkalarının imgesel dünyalarına da dalmayı, oralarda da dolaşmayı yeğledim. Buna özgecilik diyenler de oldu, ahmaklık diyenler de. Ne denirse densin, ben o yazılarımdan da sevinçler, mutluluklar devşirdim. Nice şairden, nice yazardan, paha biçilmez ne iyilikler, ne güzellikler öğrendim, bilseniz. Hırsları yeteneklerinin fersah fersah üstünde, beşinci sınıf şairlerin/ yazarların yapıtları karşısında epey üzüldüm, yazıklandım. Elbette saklayacak değilim: Arada, kafamı-gözümü yaranlar, beni düşman belleyenler bile oldu; arada demeyeyim, çok oldu. Sineye çektim hepsini. Yılmadım, gene de sürdürdüm yazmayı. Demirden korkan, trene binmezdi.

 

Bunları dedikten sonra şuraya geleceğim: Yazının başında “Sözü kendimden, kendi şiirlerimden/ yazılarımdan açmayı hiçbir vakit sevmedim, sevmem.” demiştim. Gelin görün ki, öyle bir zaman geliyor, kendinizden, yazdıklarınızdan bahsetmekten kaçamıyorsunuz. Geçmişte, edebiyat dergilerinde yoğun olarak yazdığım günlerde, bu durum başıma birkaç kez geldi. Neyse ki sayıları çok değil bunların. Bu sayfada da bir-iki kez olmuştur herhâlde. Şimdi bir daha olacak, o da şu: Gerek telefonla, gerekse yüz yüze konuşmalarımda kimileri, benim şairler hakkında yazdığım olumsuz içerikli yazıların sayısının olumlu içerikli yazılardan kat be kat fazla olduğunu söylüyorlar. Böyle diyenler çoğaldıkça içime bir kuşku düştü, acaba öyle miydi? Facebook sayfama aldığım yazılar, genelde kısa, değinmeler şeklinde. Benim bir de her biri birkaç sayfayı tutan (kimileyin 10-15 sayfalık), yayımlama olanağı bulabilsem, ortalama kalınlıkta 7-8 kitap edebilecek yazılarım var ki, onları burada yayımlamıyorum. (Bu yazılarımın çoğu bir zamanlar iletişimde olduğum dergilerde yayımlandı). Uzatmayayım, buradakilerle birlikte o yazılarımı da gözden geçirdiğimde, olumlu yargılı yazılarımın olumsuz yargılı yazılarımdan çok daha ağırlıklı olduğunu saptadım. Demem o ki: Bana çoğunca olumsuz yazdığımı söyleyenler yanılıyordu.

 

Yanılmıyorsam, bu arkadaşlar herkesin birbirini övgülere boğduğu, karşılıklı alkış seslerinden kulakların sağır olduğu şiir ortamlarına alışkın ve koşullanmış olduklarından, en küçük bir olumsuz değinmeyi gözlerinde büyütüyorlar. Büyütünce de, benim olumsuz yazılarım kendilerini azıcık rahatsız ediyor. O yazılarımın olumlu yazılarımdan fazla zannedilmesinin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum.

 

Eklemem gereken bir şey daha var: Yazılarımın içeriğinin çok kıyıcı olduğunu savlayanlarla da sık karşılaşıyorum. O insanlara, artık hepsi sonsuzluğa karışmış Hüseyin Cöntürk, Fethi Naci, Asım Bezirci, Mehmet H. Doğan, Füsun Akatlı (Altıok), Memet Fuat, Mustafa Öneş, Bedrettin Cömert gibi eleştirmenlerin şiir/ şair  eleştirilerini okumalarını, bir zahmet salık vereceğim. Yazılarımı onların katmanları derin yapıtlarıyla kıyaslamak gibi bir düzeysizliğe düşmek istemem; fakat, şiirin/ yazının hatırını her zaman arkadaşlık/ tanışıklık ilişkilerinin üstünde tutmak için, pek tabii estetik-etik terbiyenin sınırlarını çiğnemeden, yer yer nasıl sertleştiklerini bilmeli diye düşünmeden de edemiyorum.

 

Koşullar kaçınamayacağım ölçekte dayatmadıkça başvurmadığım bir şey yaptım bugün: Kendimden, yazdıklarımdan (uzun) söz ettim. Kusuruma bakılmasın, mecburiyetten oldu. Bu satırları okumaya değer bulacak üç-beş kişi olacaksa, onların başını ağrıtacağım. Özür dilerim.

bottom of page